Oysaki
hayat çocukken huzurluydu gözlerimde. Çocukken bir pamuk sekere mutluluktan ağlayabilirdim.
Elma şekerini gördüğümde aldırmak için hınzırca mırıldanır gözyaşları dökerdim. Lunaparka
gittiğimde annemin ellerini bırakmaya korkmazdım. Atlıkarıncanın önünde durur,
o sevdiğim prenses arabasına bakar. Tüm dünya benimmiş gibi hissederdim. Babam
elinde biletlerle geldiğinde annemin elini telaşla tutar ve benimle gelmesini
beklerdim. Güvenli olmaktı annemin elleri. O heyecanla bıraktığım eller tüm
dünyayı hissettiğim noktada saklanmaya kaçtığım tek yerdi…
Sonra zaman geçtikçe lunaparka gittiğimiz de artık atlıkarıncalar kalmamıştı gözlerimde. Balerin'e binme arzusu vardı artık içimde. Oraya tek başıma çıkma korkusuyla yüzleşmenin, ne demek olduğunu anlama isteğiyle tanıştım. Belki de aşağıda bulamadığım özgürlüğü, balerine tek başıma bindiğimde bulacağıma inandım o zamanlar. Aslında ne kadar da saf, huzurlu ve özgürmüş hayat çocuklukta. Balerine bindiğimde algılamaya çalıştığım özgürlük zaten ellerimdeymiş benim. Annemin ellerinden kaçışmalarımla, annemin ellerine sığınışım arasında bir zaman dilimiymiş özgürlük ve o ellere kavuştuğumda çok daha derinden hissetmişim ben o zamanlar özgürlüğü ve o derin huzuru.
Sonra zaman geçtikçe lunaparka gittiğimiz de artık atlıkarıncalar kalmamıştı gözlerimde. Balerin'e binme arzusu vardı artık içimde. Oraya tek başıma çıkma korkusuyla yüzleşmenin, ne demek olduğunu anlama isteğiyle tanıştım. Belki de aşağıda bulamadığım özgürlüğü, balerine tek başıma bindiğimde bulacağıma inandım o zamanlar. Aslında ne kadar da saf, huzurlu ve özgürmüş hayat çocuklukta. Balerine bindiğimde algılamaya çalıştığım özgürlük zaten ellerimdeymiş benim. Annemin ellerinden kaçışmalarımla, annemin ellerine sığınışım arasında bir zaman dilimiymiş özgürlük ve o ellere kavuştuğumda çok daha derinden hissetmişim ben o zamanlar özgürlüğü ve o derin huzuru.
Ama zaman
hep akmakta…
Ve ben
çocukluktan çıkıp ergenliğe geldiğimde; ilk aşk acısıyla tanıştım. İlk kez
birine aşık oldum, ilk aşkın mutluluğunu tattım, ilk kez içki içtim, ilk kez
sigara içtim, ilk kez aileme kafa tuttum, ilk kez pişman oldum, ilk kez keşke
dedim vsvsvs… Böyle uzun mu uzun bir liste yapabilirim bununla ilgili. Sonra artık
olgunluk dediğimiz yaş sınıfa geldim. Ama hep gözden kaçırdığım bir durum olmuş
o dönemlerden başlayıp şimdiye varan zamana dek, aslında olgunlaşmak yaşta
başta, ergenlikten sonra falan değilmiş. Olgunluk hayatın getirileriyle ellerimde
biriktirdiğim en büyük erdemmiş.
Ve olgunluk,
mantığa sığınışların, huzursuzlukların, acıların, aşkların, mutlulukların,
mutsuzlukların çok daha derin ve yıkıcı yaşandığı bir dünyaya adım atmammış. Bu
adımları her atışımda olgunluğa, hayat farklı bir yüzüyle karşıma çıktı. Önce acılar
başladı, sonra mutsuzluklar, sonra umutsuzluklar, kırgınlıklar, güvensizlikler
ve huzursuzluklar!
Kötüyü
kendime çektiğime hep inandım ben, ama olgunlaşmak, algıları daha da mantıklı
hale getirmek, yükleri daha ağır yaşamak ve huzursuzluğun dibine vurmak… zor
oluyor ve zor olacak her geçen bir günde.
O yüzden
özlüyorum işte çocukluğumu, atlıkarıncalarımı, pamuk prenses hikâyelerini,
tom&jerry’i ve o zamanki gibi annemin ellerine saklanabilmeyi…
O ellere
tutunup her bir insandan uzaklaşmayı, tüm sorumluluklarımı-sorumsuzluklarımı,
acılarımı, hesaplaşmalarımı arkada bırakabilmeyi,
En çokta
o ellere her bir sığınışımda içimi kaplayan huzuru özlüyorum işte!..
*Sinem Yılmaz...