10 Şubat 2012

'Çocukluğum ve olgunluğum arasında kalan huzursuzluğumla..

Huzura giden yollar varmış buralarda. Benim gidip de bulamadığım, kimsenin bana getiremediği, hediyelerimi açtığımda içinde bulamadığım huzur. Kimine göre her yer huzurlu, kimine göre her yer huzursuz. Ben işte o huzursuz olanlardanım. Bulamayanlardan, bulamayacaklardanım.

Oysaki hayat çocukken huzurluydu gözlerimde. Çocukken bir pamuk sekere mutluluktan ağlayabilirdim. Elma şekerini gördüğümde aldırmak için hınzırca mırıldanır gözyaşları dökerdim. Lunaparka gittiğimde annemin ellerini bırakmaya korkmazdım. Atlıkarıncanın önünde durur, o sevdiğim prenses arabasına bakar. Tüm dünya benimmiş gibi hissederdim. Babam elinde biletlerle geldiğinde annemin elini telaşla tutar ve benimle gelmesini beklerdim. Güvenli olmaktı annemin elleri. O heyecanla bıraktığım eller tüm dünyayı hissettiğim noktada saklanmaya kaçtığım tek yerdi…

Sonra zaman geçtikçe lunaparka gittiğimiz de artık atlıkarıncalar kalmamıştı gözlerimde. Balerin'e binme arzusu vardı artık içimde. Oraya tek başıma çıkma korkusuyla yüzleşmenin, ne demek olduğunu anlama isteğiyle tanıştım. Belki de aşağıda bulamadığım özgürlüğü, balerine tek başıma bindiğimde bulacağıma inandım o zamanlar. Aslında ne kadar da saf, huzurlu ve özgürmüş hayat çocuklukta. Balerine bindiğimde algılamaya çalıştığım özgürlük zaten ellerimdeymiş benim. Annemin ellerinden kaçışmalarımla, annemin ellerine sığınışım arasında bir zaman dilimiymiş özgürlük ve o ellere kavuştuğumda çok daha derinden hissetmişim ben o zamanlar özgürlüğü ve o derin huzuru.
Ama zaman hep akmakta…

Ve ben çocukluktan çıkıp ergenliğe geldiğimde; ilk aşk acısıyla tanıştım. İlk kez birine aşık oldum, ilk aşkın mutluluğunu tattım, ilk kez içki içtim, ilk kez sigara içtim, ilk kez aileme kafa tuttum, ilk kez pişman oldum, ilk kez keşke dedim vsvsvs… Böyle uzun mu uzun bir liste yapabilirim bununla ilgili. Sonra artık olgunluk dediğimiz yaş sınıfa geldim. Ama hep gözden kaçırdığım bir durum olmuş o dönemlerden başlayıp şimdiye varan zamana dek, aslında olgunlaşmak yaşta başta, ergenlikten sonra falan değilmiş. Olgunluk hayatın getirileriyle ellerimde biriktirdiğim en büyük erdemmiş.

Ve olgunluk, mantığa sığınışların, huzursuzlukların, acıların, aşkların, mutlulukların, mutsuzlukların çok daha derin ve yıkıcı yaşandığı bir dünyaya adım atmammış. Bu adımları her atışımda olgunluğa, hayat farklı bir yüzüyle karşıma çıktı. Önce acılar başladı, sonra mutsuzluklar, sonra umutsuzluklar, kırgınlıklar, güvensizlikler ve huzursuzluklar!

Kötüyü kendime çektiğime hep inandım ben, ama olgunlaşmak, algıları daha da mantıklı hale getirmek, yükleri daha ağır yaşamak ve huzursuzluğun dibine vurmak… zor oluyor ve zor olacak her geçen bir günde.

O yüzden özlüyorum işte çocukluğumu, atlıkarıncalarımı, pamuk prenses hikâyelerini, tom&jerry’i ve o zamanki gibi annemin ellerine saklanabilmeyi…

O ellere tutunup her bir insandan uzaklaşmayı, tüm sorumluluklarımı-sorumsuzluklarımı, acılarımı, hesaplaşmalarımı arkada bırakabilmeyi,

En çokta o ellere her bir sığınışımda içimi kaplayan huzuru özlüyorum işte!.. 


*Sinem Yılmaz...