Hep en
büyük derdim olmuştur uykusuzluklar. Hatta benimle ilgili insanların aklına
gelen ilk şeylerden biridir bu durum. Uykuya aşık ama uykusuzda yapabilen
insanlardanım bende işte. Ama böyle uykusuzluğa kendimi bıraktığım geceler
nadirdir, hem de çok nadir.
İnadına
uykuya direnirim, gün doğar gözlerim kapanmaz. Beynimde deli sorular, sonu
gelmeyen cevaplarla öyle tavana bakar dururum. Mutlaka bir müzik olur kulağımda
sözlü ya da sözsüz… Tercihim hep iyice uyku kaçıran müziklerden yana olur.
Böyle içime iyice kurt düşüren tarzlarda ve hep genelde bu durumda radyo
açarım. Nedense açtığım radyoda anında beni benden alan bir şarkı çalmaya
başlar.. Sanırım mesajımı evrene sağlam gönderiyorum umutsuzluklarım ve
uykusuzluğumla baş başa kalmak istediğimde…
Böyle
uykusuzluğa bıraktığımda kendimi, nedense sadece hissetmeye kalır işim. Hep bir
şeyler arar gözlerim bakabilmek adına derinlikle, kulaklarım hep bir melodi
arar sadece dinlemek ve dinlemek adına huzursuzlukla… Aslında o melodiler
değildir bana huzursuzluğu getiren, melodinin bana anımsattıklarıdır. Acının
yanında biraz daha acı ekerler içime. Öyle ki kendi kendime yapıyorum tüm mutsuzlukları,
umutsuzlukları.
Mutlu
olmayı kalpten dileyemiyorum ya da mutluluğa olan inancımı sonsuz kalıplara
yerleştirip bir türlü kabul edemiyorum. Zorlanıyorum mutlu olabilmekten artık!
Aslına bakarsanız çokta mutsuz bir hayatım yok. Mutsuzluklarım kalıcı türden
değil aslında, sadece kabul etmem gereken mutsuzluklarım var. Asla yeri
dolmayacak mutsuzluklarım… Ölüm gibi, yaşam gibi…
Her
insanın hayatında bir mutsuzluk kalıbı, birde mutluluk kalıbı vardır. Her insan
hayatında bir gün mutludur bir gün mutsuz.. İşte bende ki problemde bu:
Mutsuzluklarımı sadece bir güne sığdıramıyorum ya da birkaç güne, aya, yıla…
Benim içime sığdıramadığım, kaldıramadığım ve bir türlü kabul edemediğim çok
fazla mutsuzluğum var. Öyle ki isyan edememecesine fazlalar. Hani bir kere
açsam ağzımı, bir kere sövsem şu mutsuzluklarıma gerisi çorap söküğü gibi
gelecek. Ama ben onu da yapamıyorum bir türlü… Öyle ki mutsuzluğumu haykırsam
daha da büyüyecekmişçesine kaçıyorum onlardan. Görmezden gelmiyorum ama
kaçıyorum. Sadece kabul ettiklerim ve etmediklerim olarak ayırıyorum her bir
ayrıntıyı.
Mutlu
olmak & Mutsuz olmak…
İkisi de
birbirine bağımlı aslında. Mutsuzlukların yok oluşuyla mutluluğa adım atar,
mutluluğun yok oluşuyla mutsuzluğa adım atarız. Gerisi de kendi bildiğini
okuyan zamanın ve kaderin cilvesine kalır. Yazılır, çizilir ve bizde oturur
yaşarız. Kendimiz seçmiyor muyuz bu hisleri derseniz eğer -kendimle çelişerek
veriyorum bu cevabı ki - evet kendimiz seçiyoruz. Ama bir yerde öyle biran geliyor ki siz
seçemiyorsunuz. Güçsüz kalıyor, yorgun kalıyorsunuz kimi zaman, kimi zamanda
yetersiz kalıyorsunuz bir şeyleri değiştirmeye ve artık tek bir düşünce geçiyor
kafanızdan ‘ alın yazısı işte. Ne yazıldıysa onu yaşıyoruz.. ‘ İşte benim en
büyük kaçışlarımın baş cümlesi budur mesela. Bir şeyler için pes ettiğimde ya
da bir şeyler için savaşma gücü kazanmak istemediğimde hep aynı cümleyi
geçiriyorum beynimden, kalbimden ve hep aynı sözü söylüyor dilim. Ama içten içe
biliyorum ki kaderciliğim sadece kaçmak için kullandığım bir duvar, bir sapak
geri dönüşü olamayacak.
Kadere
inanırım ama ben yinede, hem de deli gibi inanırım. Bir şeyi yaşıyorsak ya da
yaşadıysak hep bir sebebi olduğuna inanır ve hep bir iyilik ararım her bir
şerrin içinde. Aslında bunu bana inandıran da hayatın taa kendisi ya sormayın.
Hep hayata attığım suçlar var kelimelerim de ama korkmayın kendimi de
suçluyorum bu suçluluk paylaştırma oyununda. Nede olsa mutsuzluğu da, mutluluğu
da kendim seçiyorum bu hayatta. Gülmeyi seven bir insan, konuşmayı seven bir
insan olarak tanırsanız beni, sözlerime inanmakta güçlük çekersiniz aslında.
Ama kabul etmek gerekir ki, acılarını içinde yaşayan bir tipim ben dışarıdan
bakıldığında… Ama yanımda olanların hep bildiği bir şey vardır ki bende ki
melankoliklik hat safhadadır. Öyle böyle değil hem de…
Zoru,
acıyı, mutsuzluğu ve her zaman gerçekliği kabul eden bir insan olursanız bu
hayatta, maalesef hep işlerin kötü tarafından bakmaya başlıyorsunuz. Kötü
tarafından baktığınız her bir yaşanışta mutsuzluğa gebe oluyor görüldüğü üzere…
Ama ben
hep ‘güçlü’ oldum insanların gözlerinde… Son zamanlarda ağladığımı gören
çoktur, ama ondan öncesi ağlamam için harbiden çok uğraşılması gereken bir
insandım ben. En yakın arkadaşının yanında bile ağlayamayan, annesinin omzunda
bile acılarına yenik düşüp gözyaşı dökemeyen bir insandım ben. Hala da içimdeki
benliğimin büyük kısmı o ketum kıza sahip çıkmakta, bakmayın ağlıyorum
dediğime, son zamanlarım zor zamanlarımdı da ondan bu hallerim. Ama her yeni
bir sabaha açtığımda gözlerimi, her yeni bir sabaha daha güçlü olarak
başlıyorum. Güç kazandıkça gözyaşlarımı saklamayı, acılarımı gizlemeyi eskiden
olduğu gibi kapatmayı çok iyi başarıyorum. Ama hala bir dengesizlik söz konusu
yaşamımda… Çok çelişiyorum mesela son zamanlarda kendimle. Böyle söylediklerimi
yapamamak gibi bir durumla karşı karşıya kaldığımda da hep kendime kızıyorum!
Hep kendimi suçluyorum ama ben ne kadar suçluysam yaşanılanlar da zaman da o
kadar suçlu bu işte… Güçlü bir insanın güçsüzlüğü benimsemesi, kabul etmesi her
zaman en zor oyundur hayatta. O insan için dünyanın en büyük sıkıntısıdır bu
durum. Kimse anlamaz belki şuan beni ama böyle bu durum. Bakmayın yani kendimle
bu kadar çeliştiğime, her şey bir güçsüzlük anımda oldu ve devam ediyor, bir
gün bitecek umuduyla.
*Sinem Yılmaz..