14 Ocak 2012

Her şey bir güçsüzlük anımda oldu ve devam ediyor, bir gün bitecek umuduyla.

Böyle uykusuzluğa kendimi bıraktığım gecelerim çok benim..

Hep en büyük derdim olmuştur uykusuzluklar. Hatta benimle ilgili insanların aklına gelen ilk şeylerden biridir bu durum. Uykuya aşık ama uykusuzda yapabilen insanlardanım bende işte. Ama böyle uykusuzluğa kendimi bıraktığım geceler nadirdir, hem de çok nadir.

İnadına uykuya direnirim, gün doğar gözlerim kapanmaz. Beynimde deli sorular, sonu gelmeyen cevaplarla öyle tavana bakar dururum. Mutlaka bir müzik olur kulağımda sözlü ya da sözsüz… Tercihim hep iyice uyku kaçıran müziklerden yana olur. Böyle içime iyice kurt düşüren tarzlarda ve hep genelde bu durumda radyo açarım. Nedense açtığım radyoda anında beni benden alan bir şarkı çalmaya başlar.. Sanırım mesajımı evrene sağlam gönderiyorum umutsuzluklarım ve uykusuzluğumla baş başa kalmak istediğimde…

Böyle uykusuzluğa bıraktığımda kendimi, nedense sadece hissetmeye kalır işim. Hep bir şeyler arar gözlerim bakabilmek adına derinlikle, kulaklarım hep bir melodi arar sadece dinlemek ve dinlemek adına huzursuzlukla… Aslında o melodiler değildir bana huzursuzluğu getiren, melodinin bana anımsattıklarıdır. Acının yanında biraz daha acı ekerler içime. Öyle ki kendi kendime yapıyorum tüm mutsuzlukları, umutsuzlukları.

Mutlu olmayı kalpten dileyemiyorum ya da mutluluğa olan inancımı sonsuz kalıplara yerleştirip bir türlü kabul edemiyorum. Zorlanıyorum mutlu olabilmekten artık! Aslına bakarsanız çokta mutsuz bir hayatım yok. Mutsuzluklarım kalıcı türden değil aslında, sadece kabul etmem gereken mutsuzluklarım var. Asla yeri dolmayacak mutsuzluklarım… Ölüm gibi, yaşam gibi…

Her insanın hayatında bir mutsuzluk kalıbı, birde mutluluk kalıbı vardır. Her insan hayatında bir gün mutludur bir gün mutsuz.. İşte bende ki problemde bu: Mutsuzluklarımı sadece bir güne sığdıramıyorum ya da birkaç güne, aya, yıla… Benim içime sığdıramadığım, kaldıramadığım ve bir türlü kabul edemediğim çok fazla mutsuzluğum var. Öyle ki isyan edememecesine fazlalar. Hani bir kere açsam ağzımı, bir kere sövsem şu mutsuzluklarıma gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Ama ben onu da yapamıyorum bir türlü… Öyle ki mutsuzluğumu haykırsam daha da büyüyecekmişçesine kaçıyorum onlardan. Görmezden gelmiyorum ama kaçıyorum. Sadece kabul ettiklerim ve etmediklerim olarak ayırıyorum her bir ayrıntıyı.

Mutlu olmak & Mutsuz olmak…

İkisi de birbirine bağımlı aslında. Mutsuzlukların yok oluşuyla mutluluğa adım atar, mutluluğun yok oluşuyla mutsuzluğa adım atarız. Gerisi de kendi bildiğini okuyan zamanın ve kaderin cilvesine kalır. Yazılır, çizilir ve bizde oturur yaşarız. Kendimiz seçmiyor muyuz bu hisleri derseniz eğer -kendimle çelişerek veriyorum bu cevabı ki - evet kendimiz seçiyoruz.  Ama bir yerde öyle biran geliyor ki siz seçemiyorsunuz. Güçsüz kalıyor, yorgun kalıyorsunuz kimi zaman, kimi zamanda yetersiz kalıyorsunuz bir şeyleri değiştirmeye ve artık tek bir düşünce geçiyor kafanızdan ‘ alın yazısı işte. Ne yazıldıysa onu yaşıyoruz.. ‘ İşte benim en büyük kaçışlarımın baş cümlesi budur mesela. Bir şeyler için pes ettiğimde ya da bir şeyler için savaşma gücü kazanmak istemediğimde hep aynı cümleyi geçiriyorum beynimden, kalbimden ve hep aynı sözü söylüyor dilim. Ama içten içe biliyorum ki kaderciliğim sadece kaçmak için kullandığım bir duvar, bir sapak geri dönüşü olamayacak.

Kadere inanırım ama ben yinede, hem de deli gibi inanırım. Bir şeyi yaşıyorsak ya da yaşadıysak hep bir sebebi olduğuna inanır ve hep bir iyilik ararım her bir şerrin içinde. Aslında bunu bana inandıran da hayatın taa kendisi ya sormayın. Hep hayata attığım suçlar var kelimelerim de ama korkmayın kendimi de suçluyorum bu suçluluk paylaştırma oyununda. Nede olsa mutsuzluğu da, mutluluğu da kendim seçiyorum bu hayatta. Gülmeyi seven bir insan, konuşmayı seven bir insan olarak tanırsanız beni, sözlerime inanmakta güçlük çekersiniz aslında. Ama kabul etmek gerekir ki, acılarını içinde yaşayan bir tipim ben dışarıdan bakıldığında… Ama yanımda olanların hep bildiği bir şey vardır ki bende ki melankoliklik hat safhadadır. Öyle böyle değil hem de…

Zoru, acıyı, mutsuzluğu ve her zaman gerçekliği kabul eden bir insan olursanız bu hayatta, maalesef hep işlerin kötü tarafından bakmaya başlıyorsunuz. Kötü tarafından baktığınız her bir yaşanışta mutsuzluğa gebe oluyor görüldüğü üzere…

Ama ben hep ‘güçlü’ oldum insanların gözlerinde… Son zamanlarda ağladığımı gören çoktur, ama ondan öncesi ağlamam için harbiden çok uğraşılması gereken bir insandım ben. En yakın arkadaşının yanında bile ağlayamayan, annesinin omzunda bile acılarına yenik düşüp gözyaşı dökemeyen bir insandım ben. Hala da içimdeki benliğimin büyük kısmı o ketum kıza sahip çıkmakta, bakmayın ağlıyorum dediğime, son zamanlarım zor zamanlarımdı da ondan bu hallerim. Ama her yeni bir sabaha açtığımda gözlerimi, her yeni bir sabaha daha güçlü olarak başlıyorum. Güç kazandıkça gözyaşlarımı saklamayı, acılarımı gizlemeyi eskiden olduğu gibi kapatmayı çok iyi başarıyorum. Ama hala bir dengesizlik söz konusu yaşamımda… Çok çelişiyorum mesela son zamanlarda kendimle. Böyle söylediklerimi yapamamak gibi bir durumla karşı karşıya kaldığımda da hep kendime kızıyorum! Hep kendimi suçluyorum ama ben ne kadar suçluysam yaşanılanlar da zaman da o kadar suçlu bu işte… Güçlü bir insanın güçsüzlüğü benimsemesi, kabul etmesi her zaman en zor oyundur hayatta. O insan için dünyanın en büyük sıkıntısıdır bu durum. Kimse anlamaz belki şuan beni ama böyle bu durum. Bakmayın yani kendimle bu kadar çeliştiğime, her şey bir güçsüzlük anımda oldu ve devam ediyor, bir gün bitecek umuduyla. 


*Sinem Yılmaz.. 

Ve o günlerin, gecelerin bana kalan kârları kelimeler...

Kelimelerin boğazıma düğümlendiği bir gecenin sabahı daha...
Boğazıma düğümlenen her kelimenin, parmaklarımda can bulduğu bir gecenin sabahı,
Gözlerimi sabaha kapatırken aklıma düşen siluetinin uykumu nasılda uykusuzluğa teslim ettiğinin en büyük görgü tanığı oluyor sözlerim…
Her bir kelimede seni nasıl bulduğumu düşünüyorum.
Her bir düşünce de, her bir anıda sana olan özlemimle savaş veriyorum.
Yorganımı yüzüme kapatıyor, kulağımda çalan şarkıya yoğunlaşıyorum ve birde telefonumun tuşlarında ellerim hızlıca yer değiştiriyor.
Tarifi imkânsız bu anın tarifini yapmak adına…

Bu gece çok yazdım dedim kendime,
Bu gece çok söz söyledim onunla ilgili dedim kendime.
Ama bitmemiş hala kelimelerim...
10 dakika önce kapanan gözlerim şimdi fal taşı gibi açılmış, klavyenin üzerinde yavaşça güçsüzleşen ellerim şimdi deli gibi yazıyor.
Hala bir sen yaşıyor hayatım, hala bir sen yazıyor kelimelerim...
Tüm acılara kapılarımı açıyorum her bir sende,
Her bir sende bir başka kelime düğümleniyor boğazıma
Ve her bir sende boğazıma düğümlenen o başka kelimeler inatla can bulmaya devam ediyor ellerimde.

Pes etmiyor yüreğim hala, mantığıma kalsa sen gideli çok oldu!
Herkesin en büyük derdi de bu değil mi işte…
Senli ve sensiz günler geceler
Ve o günlerin, gecelerin bana kalan kârları kelimeler...
Bu gece olmaz dedim kendime olmaz!
Ama işte sensizliğin ne zaman gelip kafama dank edeceği belli olamıyor.
Kafiyelerim olması gereken yerden başka bir yere kayıyor,
Kelimelerim olması gerektiğinden daha da serbest hareket ediyor.
Aslında diyorum aşk değil benim hissettiğim,
Benim hissettiğim kırgınlık…
En çok kırıldığım anların, senden duyduğum onca güzel sözü içeren anlarla aynı olması,
İşte bu senli gecelerimin, gündüzlerimin, uykusuzluklarımın sebebi, niyeti.
Niyetim seni de kırmak değil aslında,
Nede olsa anlamadan okuyacaksın bu kelimelerimi
Nede olsa ben senden çoktan gittim sevgili!

İçin cız etmeden, kalbin sızlamadan okuyacağın her bir kelimenin sahibi ben oluyorum sadece su durumda
Ve her sahiplendiğim kelime biraz daha uzaklaştırıyor seni benden.
Buda ayrıdır ya işte insan hayatında.
Bilmeyeceğini bile bile yazmak, çizmek…
Sonra da umut etmek ' ah üstüne alınsa keşke diye'
Ama ben kabullendim o anlara asla sahip olamayacağımı tıpkı sana ve senin sevgine sahip olamadığım gibi
Ve kabullendim ben senle gelen her bir güvensizlik hissini,
Senin bana bıraktıklarının hayatımın her bir anını işgal ettiğini bilerek!
Zor olsa da sevgilim,
Kabullendim ben senle gelen ve senle giden her anıyı, acıyı, umudu ve 
umutsuzluğu…


*Sinem Yılmaz...