14 Temmuz 2012

Böyle özlemek..

Öyle birikmiş güzel sözlerim yok benim sana. Hani senden geçtide gitti herbir sözcük ve duygu kırıntısı..bir bütünlükten geriye kalan tek şeyse kırgınlıklarımdan geriye kalan: kırıntı sızılarım.

Öylesine bir duygu sinsilesi içinde değilim mesela. Ama özlemek denen duygu kırıntıları hala bedenim de, benimle ve senin üzerine kurulu. Ama dedim ya öyle birikmiş güzel sözlerim yok benim sana. Sadece özlemek denen kavramın sessiz tanımsızlıkları var. Tanımsız bir seni ve tanımsız bir özlemi yaşıyor, duruyorum. 


Böyle güzel kelimeler barındırmadan seni özlemek! İşte böyle bir hale sokuyor beni. Böyle özlemek: tanımsız bırakıyor, kırıyor, kırdırıyor ve anlamsızlaştırıyor her bir anımı. Böyle özlemek kırgınlıklarımı yoktan var ediyor.


Ve kırgınlıkların böyle zamanlar için olduğunu anlıyorum. Yaşadıkça ve içinde kayboldukça tanımsızlıkların, ne istediğimi bilemeden sadece kırıldığımı anlıyorum. Kırmak ve kırılmak böyle boşluklara itiyor işte beni. Ve sen, sen öylece bir yerde aklından bile geçirmeden yaşıyorsun beni ve benli günlerini..



'Sinem Yılmaz.. 

1 Temmuz 2012

Dostluk..

Dost kelimesi birçok anlam barındırır içinde. Bir sorumluluğu,savunmayı, kendinden daha çok sevmeyi, kıskanmayı, kızmayı, mutluluğu en önemlisi de ağlamayı ve gülmeyi barındırır. 
Öyle çekip gidemezsiniz, öylece kendi halinize bırakamazsınız. Biliyorum ki en büyük pişmanlıklar da, kazançlarda, mutluluklarda dostluklarda barınır.
Dostluk iki kişilik, tek bir ruh olma olayıdır. Hani leb demeden leblebiyi anlama durumu var ya, heh işte tek bir ruh olma olayı tamda bu söze yaraşır bir durumdur.
Ne zaman başladığı, ne zaman bittiği belli olmayacak bir şeydir. Hani ruh ikizini bulma durumu vardır ya aşkta, aslında dostlukta gizlidir bu ruh ikizi işi. Sen bir bakışınla ona her şeyi açıklayabilir, gecenin bir yarısında ağlayarak onu aradığında, hiç bir açıklama yapmadan neler olduğunu anlayan ve seni sakinleştiren bir sesle karşılaşırsın. 
Hata yapmak mecburidir bu iki kişilik yaşamda. Her şeyde olduğu gibi, dostluklarda hata biriktirir. Hatta hatalarınız en büyüğünü dostluklarınızı yaşarken yapar ve doğruları öğrenirsiniz. 
Hatalar dostluğu güçlendirir, bir günün geleceğini ve hataların sizi yıldıracağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Aslında dostluğunuzu bitirecek noktaya geliyorsanız, sebepleriniz asla hatalardan olmaz. Sebepleriniz hep elle tutulamayacak kadar küçük şeylerden olur. Böyledir bu durum. İnanın bana.
Aşkla, dostluk arasındaki fark ise; güven ve sadakatin zamanlamalarıdır. Dostlukta hep sabittir. Aşkta ise zaman gerektirir. Tam tersini düşünenleriniz olabilir belki, ama inanın bana yaşam bunu bir gün geldiğinde size öğretecektir. 
Tabii bende dost kazığı yemedim mi yedim! Ama gerçek dost dediğiniz insan vardır ya, işte o Tektir. Ve ben ondan kazık yemedim. Dost kazığı dediğimiz şey bana sadece tek bir insana güvenip, sırtımı daima ona yaslamayı öğretti. Öyle bir ders aldım ki bu durumdan, kendi hatalarımın farkına varmamış olmanın pişmanlığını yaşadım. İşte bu dost kazığı durumunda ince bir söz devreye giriyor. ' Her şerde, bir hayır vardır ' aa dostlar. 
Bu şerden de öğrendiğimiz tek bir şey vardır ki, oda tek dostunuzu yamacınızdan ayırmayınız ve tek bir gözyaşına herşeyinizi feda edebileceğinize olan inancınızı asla kaybetmeyiniz. Güvenmek denen kavramı sadece onun üstüne kurunuz. 
Çünkü o artık bir dosttan ötedir sizin için. 


'Sinem Yılmaz..

30 Haziran 2012

Yazmak ve yazamamak..işte bütün mesele bu!

Yazmak zor zanaat vesselam. Öyle pat diye Allah vergisi diyemeyeceğimiz türden bir yaşam tecrübesiyle geliyor insana. Ben daha 22 yaşında, sözleri ve söyleyecekleri olan bir insanım işte. Ve inanın yaşam tecrübemin oturmasına daha çok yolum var. Ama bugüne kadar yaşadıklarım ya da yaşamadıklarımın bana hissettirdikleri, kelimelerimi tazeleyecek bir yetiye sahipler. 
Öyle ki bazen geliyor, parmaklarımın klavyenin yada kağıdın üstünde nasıl bir hızla ilerlediğini bile fark edemiyorum. Gecenin bir yarısı uykudan uyanıp içimdekileri bir yerlere yazıyorum. İşte bu, beni her gece bu blog'un başında tutuyor. Yazıyorum ve yazıyorum. Yayınla düğmesine basa bilmekse bazen günlerimi alabiliyor, bazense 1 saniye mi bile almıyor. Çekincelerim oluşuyor. Çünkü o zaman fark ediyorum ki, okuyanların da benim hissettiklerimi hissetmeleri önemli. Benim ne anlam için yazdığımı anlamaları önemli. Aynı hissi yada düşünceyi paylaşamayacağımızı çok iyi biliyorum. Hele ki her yaşam tecrübesinin birbirinden farklı olduğunu bilerek, yazdığımda bunun farkına çok daha iyi varıyorum. 
Ama yazmak böyle bir şey işte. Bazen günlerinizi alan, bazense saniyelerinizi bile almayan.. İçinizde biriktirdikleriniz ne kadar fazlaysa, yazmanız ve yayınla tuşuna basmanız o kadar kısa sürüyor. Ama biriktirdikleriniz azaldıkça, yazmalar ve yayınla tuşuna basma saniyeleriniz, günlere dönüşüveriyor. Böyle zamanlarımda hep ilhamımın benden kaçtığını bahane etsem de sizlere, biliyorum ki, yaşadıklarım ve kelimelerim bana yetmiyor. Öyle ki ufacık bir bakış bile size kelimeler getirebiliyor. Ama işte o bakışı, işareti ya da adına ne derseniz deyin o sizi bulmuyorsa, bu ilhamınızın kaçış noktası değil. Sizi siz yapan hislerinizin, sizden uzaklaştığı anlamına geliyor. 
Kalp boşalıyor, beyin boşalıyor. Hani rahatlamak ve huzura ermek denen şeyi böyle fazlaca istediğimiz dönemler oluyor ya işte tamda bu durumda, kelimelerle aranızda bir mesafe oluşabiliyor. Özellikle benim gibi yaşadıklarını, kelimelerle canlı tutmaya çalışan insanlar için.. 
Öyle ki sabahın 4'ünde gidip uyumak yerine, öylece klavyede ellerim hareket ediyorlar. Uyku bile cazip gelmiyor gözüme. Ve şuan yazdıklarımsa sizlere 1 saniyede yayınla tuşuna basabileceğim kadar gerçek ve emin kelimelerle dolu.. 
Umarım benim kelimelerimden aldığım keyfi sizde alırsınız. Belki de aynı düşüncelerle okur ve bana hak verirsiniz.. 




'Sinem Yılmaz.. 

28 Haziran 2012

Öyle uzak, öyle de yakın bir biz işte..

İki ayrı dünyada, iki ayrı yaşamda, iki ayrı insanız biz işte. Sen uzakta, ben uzakta ama bir o kadarda yakın, tıpkı küçük bir kasabada asla karşılaşmayacak kadar şanslı olan iki yakın insan gibi. 
Çelişkiler içinde, bir çelişki yaşayan bir biz. Biz kavramını ikiye ayıran, iki ayrı insan.. 
Enteresan başlayan bir yol kesişmesi ve gerisi iplik söküğü gibi gelen bir yaşam. Ama ilginçtir ki o iplik sökülmeye mahkumken, tıpkı ipliği iğne deliğinden geçirmeye çabalarken pat diye takılıp ikiye ayrılırcasına, biz iki ayrı yola girdik. Böylesine bir yol aldık ve gidiyoruz. 
Birbirimizden kaçmadan, köşe kapmaca oynamadan, birbirimize bu kadar yakın olup, birbirimizden bir o kadarda uzak bir yaşam sürüyoruz. Böylede bir kaderin içinde sürükleniveriyoruz işte. Hayırlısı buymuş demek ki diyorum tam bu noktada.
Çünkü enteresan başladık derken gayet ciddiydim ben. Küçücük bir yerde, küçücük insan topluluklarımızla, asla birbirimizi görme şansı elde edemeden sürüyor, gidiyor yaşamımız. 
İşte bu noktada tek şeye bağlıyorum durumumuzu: 
'Kaderler ayrı çizilmiş işte.. yada duruma daha umutlu yaklaşırsam, vaktimiz gelmemiş daha bizim. Vakitsiz tanımışız yüzlerimizi, derinliklerimizi. Vakitsiz bir anda, olmayacak bir yolda kesişmiş adımlarımız bizim. Hatta belkide kaçırmışız bize, biz olmayı vaat eden kaderlerimizi.. '


'Sinem Yılmaz.. 

8 Haziran 2012

O olmak ya da O'na sahip olmak.. İşte bütün mesele bu!


Hepimiz aslında birilerinin üçüncü tekil şahıslarıyız. Hepimiz birilerinin aşkı, yalnızlığı, acısı, vicdanı ya da umuduyuz. Hep birileri bize O diye hitap etmiştir ve bizde birilerine O diye hitap etmişizdir. Kimi nefretine yenik düşerek söylemiştir, kimi aşkına kurban olup söylemiştir. İsyan etmiş ya da etmemiş. Kimsenin umrunda olmadan ilerler ve ilerler bu döngü!

Birileri hayatına devam eder, birileri hayatına devam ediyormuş gibi görünür. İstediğinizi düşünmekte özgür olursunuz bu noktada. O’na hayatına devam ettiği için nefret duyar ama sonra seversiniz. Umutsuzca, çaresizce seversiniz. O hep olacaktır çünkü.
Ya da
Güzel yanından bakarak, her sabah uyandığınızda başucunuzdaki adama ya da kadına baktığınızda O’nu göreceksiniz. Hayatınız aşkını.. Yanınızda huzurlu, mutlu ve bebek gibi uyuyan bir yüz, bir insan ve bir aşk göreceksiniz. İşte o zaman sevmeye ve sevilmeye şükredeceksiniz. Bunları yaşayanlar, yaşamayanlar, yaşamak isteyenler ya da yaşamak istemeyenler.. Hep bir umuda tutunacaklar.

‘Belki yarın, belki yarından da yakın.. ‘

O’nu anmayı hatırlamayı bırakacağımız bir gün..
Ya da
O’nu bulacağımız, bulduğumuz bir gün..
Kim bilir.. Belki yarın, belki yarından da yakın. Hepimize iyi dilekler dilemek benim için en iyisi.. Umuyorum, şükrediyorum.

Bol Şanslar.. O’nu bulmakta ya da O ithafını kazanmakta.. 


'Sinem Yılmaz.. 

16 Mayıs 2012

Aşk'a ve Sevgi'ye Dair..

Bir şeyleri paylaşmak gerekliliklerindendir aşkın. Bir şeyleri yitirmemek, kazanmak da öyle.. 
Bir aşkta yıkıcı olmak değil yapıcı olmak gereklidir. Yıkıcı olan tarafsan eğer hep bir sızı belirir hayallerinde, hüzünlerinde. Hayır, hüzünler zaten yeterince yüktür insanın omuzlarına, birde buna kalbinin sızısını eklersen sen. İşte o zaman tüketilmemesi gereken her şey tüketilmiş demektir.
Bir aşkın gereklilikleri vardır her zaman.. Bazıları her aşka dairdir. Bazıları ise her aşkla yeniden şekillenir, şekil değiştirir. Ve aynı yemeği her seferinde farklı tabaklarda yemiş gibi olur insan. Ama ne yemek aynıdır ne de tabak her bir aşkta.
Her bir aşk, bir sevgiye kapı açabilme ihtimaliyle başlar. O kişiyi bulabilmek umuduyla başlayan aşklarımız;
Mutlaka bir gün 'evet seviyorum! ' a dönüşecektir bedenimizin her bir hücresinde. Hani şu midemizdeki kelebekler var ya; işte onlar ne monotonlaştığına inandığınız anda, ne de sevgilinizi 32947inci görüşünde geçmeyecektir.
Aşk gereklilikleri getirir insana. Ama bir aşk sevgiye dönüştüğünde artık gereklilikler de, kurallarda yıkılmış olacaktır. Bunları umursamayacak kadar çok seviyorsunuzdur artık. İşte böyle bir sevgiyi her bir insan hak eder.
Her bir kadın böyle sevilmek, her bir adam böyle hissetmek ister. Aslında her iki tarafta güvenmek, sevmek, sevilmek ister. Ve bir sevgi tüm bunlara gebedir.
İşte ‘ Aşk'la Sevgi ‘ arasındaki ince farkta tam burada belli olur..

'Sinem Yılmaz.. 

28 Nisan 2012

Senden Önce ve Senden Sonra ...

Her insanın hayatında, belki her aşkında söylediği. Belki de ' tek ' aşkında söylediği ince, klasik, hayal ürünü veya dibine kadar gerçek olan ' tek ' cümle.. 


Ama senden önce ve senden sonra cümlesi ikiye ayrılır bu hayatta.. 
Biri iyi niyetlidir, biri kötü niyetli.. 


Hayatımdaki dengeler öyle ki, iyi niyetimde kötü niyetimde hep 'tek' bir aşka.. Hep tek bir senden sonra var mesela. Senden sonra olmadı, olamadı dediğim bir hayatın parçası olarak yaşamımı sürdürmekteyim ben işte. İyi niyetim hep sabit kalıyor 'tek aşka'. Ama kötü niyetim gidiyor ve geliyor. Bazen delleniyorum harbi harbi. İşte o zaman bağırıyorum içimden sessizce. Lanet ediyorum. Senden öncesi ne kadar güzeldi deyip iç çekiyorum. Senden sonrasına sövüp duruyorum. 


Ama işte kötü niyet ya bu, geliyor ve gidiyor. Öyle iyi saatte olsunlar geliyor ve gidiyor. Belkide doğruyu hissediyor mantığım ve kalbim ama ben, benim gibi olan her insan, yine kalbine yenik düşüyor. 


Düşünüyorum işte o zaman senden sonrası neden bu kadar kötüyken, bir anda senli dakikaları düşündüğümde, tüm o eksilerin yok olup gidiyor yüreğimde ve aklımda. Hayır, canımın yanması, gözyaşlarımda cabası. Boşa ağlıyoruz, boşa takıyoruz ve boşa sinirden migren ağrılarına giriyoruz. 


İşte böyle karmakarışık bir durumdur bu, 'Senden Önce ve Senden Sonra'..
Anılarla paralel olarak acı silsilesi yapar insan hayatında. Hele ki, öfkelenecek başka bir insan ya da aşkı unutacak gücünüz ve sabrınız yoksa..  




'Sinem Yılmaz..